Yıllar önce aldığım ama kaybettiğim altın kolyeyi sürpriz bir şekilde buldum. Çamaşır makinesinin içinden çıktı. Zinciri kaybolmamıştı. Kolye kaybolmuştu. Makinenin kapağındaki lastiğin içine girmiş. Gözüme hiç çarpmamıştı yıllardır.
Dedim artık bunu kullanmayım, satayım. Gittim Kapalıçarşı’ya, girdim bir kuyumcuya. Kuyumcuyla konuşurken dükkanda bir de anne kız vardı. Anne otuzbeş yaşındaymış, kızı da onbeş yaşında. Anne gencecik yani.
Kuyumcu kahve getirtti hepimize. Bir yandan alışveriş bir yandan da sohbet ettik. Anne kızın hikayesi çok hoştu. Yunanlı bir anne kız. Annenin adı Katerina imiş, kızının adı da Theodora.
Katerina, Atina civarındaki bir kasabada yaşıyormuş. Kadın, uzun boylu, yeşil gözlü, çok hoş güzel bir kadın, irice görünümlü. 15.5 yaşında evlenmiş, görücü usulü ile, hem de bir Türk ile, orada yaşayan bir Türk ailesinin oğlu ile.
Bir süre sonra İstanbul’a gelmişler. Adam, bir restoran açmış. Ekonomik durumları iyi imiş. Kadın, aileden Rum Ortodoks, orada babanın dini geçerli oluyor, annesi örneğin Katolik imiş. Katerina, İstanbul’da bu kiliseye gidiyor. Theodora da aynı şekilde. Ancak baba Türk tabii, normalde babanın ait olduğu kuruma gidilir. Yani camiye gitmesi lazım ama demek ki Theodora kendini Yunanlı hissediyor.
Theodora da Allahtan gelen demek bu arada. Katerina’nın Yunanistan’da yedi kardeşi daha var, hepsi de yine Rum Ortodoks kilisesine giden.
Theodora’nın tek şikayeti ise restoran işleten babasını çok az görebilmesiydi.