Özlem seline tutulmak, farkında olmadan yürümek demekti sokaklarda.
Çok şey değişmişti yürüdüğü yollarda, belki de öyle zannediyordu. Yeni binaların inşaatı kurulmuştu, başkalarının bıraktığı izler ve bir sürü anıların üzerine.
Bunun dışında her şey aynı sayılabilecek derecede. Hala çingene sokakları kokardı orası ve aynı zamanda hala şehrin göbeği sayılmaya devam ediyordu.
Bin çeşit insan vardı yine yollarda, biri gider diğerinin yerini başkası alırdı. Yürümeye devam etti, gelip geçti arnavut kaldırımlarından, önünden geçen insanlar maziden gelen bir ses gibiydiler, o yıllardaki silüetlerin sesine şaşırtıcı şekilde benziyorlardı. Hayatta her şeyin birbirine benzemesi, insanlara geçmişlerini unutturmamak için bir ikazdı sanki.
Hiç sözünü dinlemediği dedesinin, ilk kemoterapiden dönüşünü bu yolda beklemişti, yıllar evvel onu kısa bir süre sonra kaybedeceğini hissetmişçesine sarılmıştı, tutunmuştu beyaz gömleğinden, başını göğsüne yaslayıp, ilk defa anlamıştı o gün aslında, hayatta en çok atıştığımız insanların, en sevdiklerimiz olduğunu.
Dedesi hayatını yitirdiğinde en son ona burada veda etmişti, çünkü o sınırdan daha fazla yaklaşmasına kimse izin vermemişti, kızmalı mıydı? Yoksa onu düşündükleri için teşekkür mü etmeliydi. Hiçbiri.
İlk burada dizlerini yaralayıp, çocukluk aşkına burada rastlayıp, ilk burada gülüp, bastığı o topraklar üzerinde ağlamıştı. İlk gidişlere burada şahit olmuştu, arkadaşlarının taşınmasıyla birlikte, çocukluğu da kendisine arkasından el sallamıştı, gitmiştiler.
Yine de en azından onun yaşamış olduğu, hatırlamaya değer bir çocukluğu vardı.
(kurgu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder